“Kocakarı ilacı” nın tabiri bile unutulmak üzere. Oysa halk ilaçları kökenine dayalı Uzakdoğu’nun doğal sağlık sistemi ve yaşam felsefesi önce üniversitelere taşındı, şimdi de dünyayı kuşatmakta. Bizim kültürümüzde var olan ilaç ve tedavileri büyükşehirlere taşımış herhangi bir eğilim görünmüyor fakat lüks semtlerde adım başı Uzakdoğu kökenli tedavilerin uygulandığı mekanları görmek mümkün
Köylerde yaşlıların sobanın üzerinden eksik etmedikleri taş tuğlaları, sızlayan bacaklarına, ya da sırtlarına tutmalarına burun kıvırıyoruz ama, Uzakdoğu’da öğrenim görüp gelmiş ya da Avrupa’nın bir ülkesinde bir kaç haftalık kurslara katılmış kişilerin sıcak su içine atıp ısıttıkları taşlar ve egzotik kokular eşliğinde masajlı tedavi yaptıklarını görünce mest oluyoruz.
Özellikle romatizma ağrılarına iyi geldiği düşünülen bizim kültürümüzdeki benzeri uygulamalar daha çok yaşlıların alışkanlıkları gibi algılanır ve aynı aileye mensup olan gençler tarafından bile inandırıcı bulunmazken diğer ülkelere özgü benzeri yöntemlerin bizde de rağbet bulup yükselen bir değer olmaya başlaması dikkat çekici bir tezat oluşturmaya başladı son yıllarda.
Daha çok Çin ve Hint kökenli olan alternatif tedavi yöntemleri oldukça fazla çeşitliliğe ve gizeme sahip. Alternatif yaşam seminerleri ve fuarlar düzenleyen kuruluşların bile hızına yetişemedikleri ve içinden çıkmakta zorlandıkları bir durum bu. Doğal sağlığı dillendiren uzmanların hastalık sebeplerine dair izahlarının bilinen hekimlerin yaklaşımından daha farklı olması, insan vücudunu tanımaya ve hastalıkların nedenine yönelik söylemleri, bu yöne ilginin kaymasında önemli bir etken.
Uzakadoğu’nun alternatif sağlık metodları daha çok halk ilaçları temeline dayanıyor. Bizim kültürümüzde halk hekimliği ya da kocakarı ilacı olarak bilinen ilaç ve tedavi uygulamaları akademik bir platformda incelemiş ve büyükşehirlere taşımış kişisel ya da kurumsal herhangi bir çalışma gerçekleştirilmiş değil. Bunun yanında lüks semtlerde adımbaşı Uzakdoğu kaynaklı ve daha çok Tao ve Budist felsefelerinden etkilenen tedavi metodlarının uygulandığı mekanlar görmek yükselen bir trend halinde.
İlginç olanı ise tedavinin yapıldığı mekan baştan sona Uzakdoğu motif ve argümanlarıyla dekore ediliyor, Çin inanışı olan Feng-shui yöntemiyle duvarlar boyanıp eşyaların yeri kararlaştırılıyor, sürekli olarak Hint tütsüleri yakılıyor ve tüm bunların en önemli tamamlayıcısı fondan hafif bir şekilde kendisini hissettiren ezgiler meraklılarının büyülenmesi için yeterli.
” Hepsi birarada! “
En çok da biz medya mensuplarına ilginç geliyor doğal tedavi yöntemleri. Taş masajı uygulayan bir Aromaterapsit’le ilgili haber birbirine yakın tarihlerde kadın, moda, sağlık gibi 10’un üzerinde dergide yer alabiliyor. Bazaar Dergisi’nde bitki özleriyle tedavi anlamına gelen aroma terapi ve taş masajına yer veren yazının spotu bile konunun kapışıldığını göstermeye yeterli:
“…Taş mı? Hani şu hep yabancı dergilerin spa adresleri rehberinde gördüğüm kocaman siyah taşlarla yapılan ve resimlere bakarken bile nirvana’ya ulaştığım taş masajı değil herhalde! … Hemen broşürü açıyorum. İçindeki fotoğrafları gördüğümde gözlerime inanamıyorum: Olamaz! Taş terapisi, Türkiye’de! …Taş masajı, çiçeklerle kişilik analizi, refleksoloji… Bunların ne olduğunu bilenlere, İstanbul’da hepsini bir arada yaptırabilecekleri bir yer olduğunun müjdesini verelim. Bilmeyenler ise hayatlarını değiştirecek bu yazıyı vakit geçirmeden okusun…
“…Çaldemir’in ( Aroma terapist) eline aldığı bir taşla tüm vücuduma masaj yapmasıyla ‘bulutların üzerinde uçmak’ deyimini daha iyi anlamaya başlıyorum. Çaldemir’in inanılmaz seri hareketleri, fondaki Uzakdoğu ezgisi ve taş tıkırtıları karşısında kendimi daha fazla tutamıyorum ve tamamen kayıyorum….” ( Betül Lavanta – Bazaar Dergisi)
Güzel kokulu uçucu yağ ve çiçek özleriyle masaj, teneffüs (buğu), kompres ve banyo gibi uygulamaları içeren aroma terapinin zararlı olduğu durumlar da var elbette. Aromaterapist İpek Çaldemir’e göre, bebeklere, hamilelere, alerjik bünyeye, yüksek tansiyon ve kalp hastalarına, ihtihaplı eklemlere, ciltteki açık yaralara, damarlara ve şüpheli şişkinlikleri olanlara uygulanmamalı.
Her yerde kurs var
“Doğal metotlarla sağlıklı kalmanın sırlarını öğrenmek isteyenleri cezbedici içerikli organizasyon ve derneklerin düzenledikleri kursları her yerde görebiliyorsunuz. Kurs ücretleri deyim yerindeyse el yakıyor. Etkinliklerin isimlerine bakıldığında Türkiye’den ziyade Çin ya da Hindistan’da yaşadığınız hissine kapılıyorsunuz. Sağlıklı yaşam adına öngördükleri Tai Chi Chuan adındaki Çin egzersiz programı 300 USD, tedavi Edici Masaj için 20 saatlik program ücreti 300 USD, akupunktur noktalarına parmakla bastırılarak yapılan tüm vücut masajı kursu 300 USD, ayurvedik masaj ve bitkisel tedavi kursları 288 saat ve 1400 USD…
Kurslara katılım sertifikası alanlara Çin veya Almanya’da uygulamalı eğitim imkanı sağlama teminatı da veriliyor. Tüm bunlara rağmen aslında kursları düzenleyenlerin de ihya oldukları söylenemez. Aile Hekimliği Uzmanı Dr. Mehmet Işık’ın organize ettiği, daha çok doktor ve sağlık camiasına hitap eden kurslarda “tedavi edici masajlar”ı içeren programdan pek sonuç çıkmamış ve ayurveda üzerinde yoğunlaşma kararına varılmış. Ayurveda sertifikasını Avrupa Ayurveda Cemiyeti’nin verecek olması kursiyerler ve organizatörler kanadında daha güvenli bulunuyor.
Doktor, hemşire, diyetisyen gibi sağlık alanı dışında olan kursiyerlerin program sonunda sertifika almasının çok da işlevsel olduğu söylenemez. Masaj programını bitirenler, kısmen konuyla ilgili yerlerde çalışan doktorların yanında ya da hastanelerde görev alabilseler de kendilerine ait tedavi merkezi açmaları mümkün değil.
Zaten akupunktur dışında hiç bir alternatif tedavi metodu Sağlık Bakanlığı’nca tanınmadığı gibi denetim de söz konusu değil. Bu açıdan kurslarda öğretilen bilginin güvenilirliği, ücretin yüksek oluşu ve katılım sertifikasının resmi olarak geçersizliği kursiyerleri bekleyen önemli handikaplar arasında.
Hintli yapıyor …
Hintliler bitkilerle tedavi ve beslenme yöntemine dayalı halk ilaçları kökenli yaşam felsefesini üniversite alanına taşıyabiliyorlar. Üstelik Hollanda gibi Avrupa ülkelerindeki üniversitelerde ilgili alanlarda enstitüler oluşturacak kadar etkili olabiliyorlar. Mesela, halk ilaçlarına dayanan ayurvedik beslenme ve tedavi konusunda uzmanlık şartı olarak 6 yıl gibi uzun bir süre üniversite eğitimi şartı aranıyor Hindistan’da. Dolayısıyla Hint sağlık sisteminde olduğu gibi ülke insanı tarafından araştırılıp, akademik alana taşınan, sistematize edilmiş uygulamalar Amerika dahil olmak üzere Avrupa ülkelerini bile kuşatmış durumda. Amerika’nın bitkisel ilaç alanındaki harcamaları milyarlarca dolarla ifade ediliyor. 1950’lerden bu yana Hint ve Çin sağlık sistemleri, bizzat o ülke insanları tarafından araştırılırken, perde gerisinde kalan tek sağlık metodu olarak İbni Sina’nın uyguladığı tıp sisteminin olduğu dikkati çekiyor. “Yediğiniz yemeği hazmetmeden yemek yemekten sakının” diyen İbni Sina, hastalıklara karşı bu şekilde uyarıda bulunmuştu.
Armut piş ağzıma düş
Dünya üzerinde yaygın olan tıp metotlarına bakıldığında her alanda olduğumuz gibi bu konuda da kendi sahip olduğu imkanları hiç araştırmayan hazırcı yapımızı bir kez daha seyredebiliyoruz. Bırakın İbni Sina’nın ya da Hz. Peygamber döneminde uygulanan yöntemlerin günümüzde dillendirilmesini, kendi ülkemizdeki halk ilaçlarımızı bile araştırmaktan uzak bir tutum sergiliyoruz. Hatta, oldukça egzotik bulup rağbet ettiğimiz Uzakdoğu menşeili alternatif tedavi yöntemlerine bir denetim mekanizması geliştirmek için bile araştır-mı-yo-ruz.
Gidişata terkedilmiş bir sağlık furyası içinde düşe kalka yaşıyor oluşumuzu ülkenin genel tablosuyla kıyaslamamak mümkün değil. Şimdi bu kriz ortamında Sağlık Bakanlığı’ndan olaya el atmasını mı istemeli, yoksa üniversitelerden bizim kültürümüzdeki doğal tedavi yöntemlerini araştırıp sistematize edecek bir enstitü yapılandırmasına gitmelerini mi önermeli. Gerçi halk hekimliğiyle zaman zaman ortak çalışan eczacılık fakültelerindeki bazı hocaları göz ardı etmemek gerek ancak, kurumların sahip çıkması gereken bir yapılanmaya ihtiyaç olduğu muhakkak. Elbette “Bizim kocakarı ilaçlarının Uzakdoğu’dan ne eksiği var?” iddasını yarayışlı kılacak bir motivasyon kırıntısı bulunabilirse…
Aile Hekimi Uzmanı Dr. Mehmet Işık (Doğal sağlık kursları organizatörü):
Uzakdoğu’da ve Batı’da doğal sağlıkla ilgili sistemler geliştirilmiş ve sıkı denetimler mevcut. Doğal sağlık alanında herhangi bir uygulamayı araştırırken muhatap sıkıntısı çekmiyorsunuz. Öğrenmek istediğiniz her tedavi yöntemi karşınıza kurumsallaşmış olarak çıkıyor. Türkiye’de halk arasında çok daha iyi tedavi yöntemlerine vakıf olanlar vardır mutlaka, üstelik hiç eğitim almadan büyüklerden öğrendikleri gibi bu işi iyi yapıyor da olabilirler ancak, bizde bununla ilgili bir çalışma yapma imkanı verilmiyor. Sıfatı, firması, derneği, kurumu olacak kadar sistematize edilmeye ihtiyacı var halk hekimliğinin. Gelişmiş ülkelerde kabul gören, daha sistemli ve araştırmaya dayalı alternatif sağlık yöntemlerine yer verme durumundayız. Doğal tedaviyle ilgili problemlerin bir kaç yıl sonra aşılacağını düşünüyoruz. Dünyanın en gelişmiş ülkesi Amerika’nın bile milyarlarca dolar bitkisel ürün tüketimi varsa bu bizde de yaygınlaşacaktır. Ayurveda kurslarını daha ön planda tutuyoruz. Hekim katılımcılar çoğunlukta. Türkiye’den onaylı sertifika verilmiyor. Hollanda’da bizim düzenlediğimiz tarzda kurslara katılanlar sertifika alabiliyor çünkü orada bir denetim mekanizması var. İnsanlar kurumlara güveniyor, kurumlar da ciddi çalışıyor. Eski tıp sistemelerini incelediğimizde 4 metod çıkıyor karşımıza: Hint, Çin, Ortodoks ve Eski Yunan sistemi dediğimiz İbni Sina’nın başı çektiği sistem. Günümüzde Hintliler ve Çinliler kendi metodlarını akademik boyuta taşımışlar ve uluslararası yaygınlık kazanmış durumda. Bizim halk hekimliğimizle kıyaslanması bile mümkün değil.